© Sektorel 2021

Hayat çizgimiz: Orman ve Su

Her yıl Mart ayının sonunda küresel olarak kutlanan Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası ile Dünya Su Günü kapsamlarında TEMA Vakfı bu iki doğal varlığın, özellikle salgın döneminde unutulmaması gereken önemine dikkat çekti. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç; koronavirüs salgının damgasını vurduğu son bir yılda; ormanları tahrip etmenin çeşitli hastalık ve salgınları beraberinde getirdiğinin ve yeterli ve temiz suya erişimin öneminin bir kez daha anlaşıldığını belirtti.

Her yıl Mart ayının sonunda küresel olarak kutlanan Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası ile Dünya Su Günü kapsamlarında TEMA Vakfı bu iki doğal varlığın, özellikle salgın döneminde unutulmaması gereken önemine dikkat çekti. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç; koronavirüs salgının damgasını vurduğu son bir yılda; ormanları tahrip etmenin çeşitli hastalık ve salgınları beraberinde getirdiğinin ve yeterli ve temiz suya erişimin öneminin bir kez daha anlaşıldığını belirtti.

 

TEMA Vakfı, Dünya Orman Haftası ve Su Günü kapsamlarında, koronavirüs salgınının insan sağlığı ile gezegenimizin sağlığı arasındaki ilişkiyi daha açık hale getirdiğinin altını çizdi. Konu ile ilgili konuşan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, doğal ormanların korunmasının ve tahrip edilen orman alanlarının yeniden ormanlaştırılmasının gelecekte karşılaşılacak salgın risklerini azaltacağını belirtirken; su stresi çeken ülkemizde salgın döneminde alınan tedbirler kapsamında suyun değerinin bir kez daha anlaşıldığını umduklarını belirtti. Ataç, orman ve su ilişkisini ise; “Dünya karasal alanının %30'unu oluşturan ormanlar akarsu akışlarının %60'ını sağlıyor. Bu da içme sularımızın büyük bölümü ormanlardan geliyor demek. Ormanların tahrip edilmesi bölgeyi daha kurak hale getirirken, suyla taşınan organik madde ve toprak nedeniyle suyun kalitesi bozuluyor” sözleriyle açıkladı.

 

Ormanlar sağlığımızı güçlendirirken, salgın hastalık riskini de azaltıyor 

 

Ormanlara yakın olan insanların, ormanlardan uzak olanlara kıyasla daha uzun ömürlü olduklarına ilişkin araştırmalar olduğuna değinen Deniz Ataç; “Ormanda vakit geçirmenin, tansiyon ve kalp atışlarını düzenlediğine, kas gerginliğini, insan tenindeki elektrik yükünü ve stresi azalttığına, bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğine, kansere karşı mücadele eden hücre sayılarını artırdığına dair bulgular var” diyerek ormanların hem fizyolojik hem de psikolojik olarak insan sağlığını etkilediğinin araştırmalarla ortaya konduğunu belirtti. Salgın hastalıkların yaklaşık %50’sinin başta orman tahribatı olmak üzere arazi örtüsü değişiminden kaynaklandığının ifade edildiğini belirten Ataç, “Geçmiş yıllara göre dünyada orman tahribatı azalmakla birlikte ne yazık ki hala alarm seviyesinde yüksek. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre son 5 yılda dakikada yaklaşık 20 futbol sahası büyüklüğünde orman alanı tahrip ediliyor” dedi. 

 

 

TEMA Vakfı, insanların maruz kaldıkları salgın hastalıkların %75’inin hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar olduğunu ve 1940 yılından itibaren bu salgın hastalıklarda artış olduğunu belirtti. Son 20 yılda insanlığın SARS, H1N1 (Domuz gribi), Kuş gribi, MERS, Ebola, Zika ateşi gibi çok sayıda salgına neden olan yeni virüsle karşılaştığını belirten Deniz Ataç,  örnek olarak orman tahribatı olan alanlardaki insanların sivrisinek ısırığına maruz kalma oranının tahrip edilmemiş alanlarda yaşayan insanlardan 278 kat fazla olduğunun belirlendiğini vurguladı.

 

 

Türkiye su stresi çeken bir ülkedir

 

Ülkelerin yeterli suya sahip olup olmadığının değerlendirilmesinde kullanılan Falkenmark göstergesine değinen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ataç “Bu  göstergeye göre yıllık kişi başına yararlanılabilir su miktarı 1.700 m3’ten fazla olanlar su stresi olmayan, 1.000-1.700 m3 arasında olanlar su stresi çeken, 500-1.000 m3 arasında olanlar su kıtlığı olan, 500 m3‘ten az olan ülkeler ise kesin su kıtlığı çeken ülkeler sınıfında yer almaktadır. Türkiye, 2020 yılı kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1.350 m3 oranı ile su stresi çeken ülke konumundadır. Ancak su havzaları arasında, mevcut nüfus ve yararlanılabilir su miktarı bakımlarından büyük farklılıklar vardır. Örneğin nüfusun en yoğun olduğu Marmara Havzası, kişi başına düşen su miktarının 1.000 m3’ün altında olması sebebiyle su kıtlığı görülen bir havzadır. Suyun miktarı kadar kimyasal ve ekolojik durumu da önemli bir konudur. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan 8 Nehir Havza Yönetim Planı’na göre bu havzalarda izleme yapılan bine yakın yer altı ve yer üstü sularının %83’ünde su varlıklarının kimyasal, ekolojik ve miktar açısından iyi durumda olmadığı görülmektedir” diyerek etkin ve katılımcı bir havza yönetimi gerekliliğine dikkat çekti. 

 

TEMA Vakfı’nın hazırladığı Su Kanunu Tasarısı’na da değinen Ataç, “Vakfımızın Su Kanunu Tasarısı çalışması; su varlığının korunmasında hukuksal, yönetimsel ve etik yeni ilke ve kurallar getirmektedir. Hazırlanan su kanunu tasarısı ile yaşamın sürdürülebilmesinin temelini oluşturan su varlığının havza yaklaşımı çerçevesinde, toplumun yeterli miktarda ve uygun kalitede suya erişim hakkı ile ekosistemin su hakkını sağlayacak, ekonomik ihtiyaçlarla ulusal güvenlik gereksinimlerini karşılayabilecek şekilde yönetilmesi amaçlanmaktadır. Bunun gerçekleşmesi için Kanun tasarısında belirlenen ilkelerle çizilen çerçeve kapsamında su varlığının daha verimli kullanımı sağlanacaktır” sözleriyle Türkiye’nin bir an önce Su Kanunu’na ulaşmasını umut ettiklerini belirtti. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER